28 Ekim 2013 Pazartesi

Coğrafi Bilgi Sistemleri

Genel Bilgiler

Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS), Dünya üzerindeki karmaşık sosyal, ekonomik, çevresel vb.sorunların çözümüne yönelik mekana/konuma dayalı karar verme süreçlerinde kullanıcılara yardımcı olmak üzere, büyük hacimli coğrafi verilerin; toplanması,depolanması, işlenmesi, yönetimi, mekansal analizi, sorgulaması ve sunulması fonksiyonlarını yerine getiren donanım, yazılım, personel, coğrafi veri ve yöntem bütünüdür. 
CBS, genel bir kavram olup; çeşitli kullanım alanlarına ve tematik konulara yönelikolarak geliştirilen CBS uygulamaları vardır. Bu CBS uygulamaları, Kent BilgiSistemi, Orman Bilgi Sistemi, Karayolları Bilgi Sistemi, Arazi Bilgi Sistemi,Tapu ve Kadastro Bilgi Sistemi, Lojistik Bilgi Sistemi, İç Güvenlik BilgiSistemi, Araç İzleme Bilgi Sistemi, Trafik Bilgi Sistemi, Kampüs Bilgi Sistemi,Deprem Bilgi Sistemi, Harita Bilgi Sistemi, vb. şekilde adlandırılırlar.
Coğrafi Bilgi Sistemleri programının amacı, kamu ve özel kuruluşlarakarar verme sürecinde etkin olan coğrafi bilgi teknolojileri ve yönetim sistemleri konusunda ve veri yönetiminin temel ilkelerine, stratejilerine vetekniklerine vakıf; analitik düşünme, sorun çözme ve karar verme yetenekleriile donanmış elemanlar yetiştirmektir.
Dünyada içinde bulunduğumuz yüzyıla damgasını vuran sektör kuşkusuz bilişim sektörüdür. Sektörel anlamda en çok gereksinim duyulan bileşenler ise internet uygulamaları, telekomünikasyon ve şüphesiz bilgi sistemleri uygulamalarıdır. Ülkemizde bilimsel çalışmalardaki, kamu kuruluşlarındaki ve özel sektördeki coğrafi bilgi sistemleri ve yönetim bilişim sistemleri konusunda yetişmiş eleman noksanlığının giderilmesi gerekmektedir. Bu sayede teknoloji etkin olarak kullanılabilecek ve her yıl özellikle kamu kuruluşları tarafından milyonlarca dolar maliyetli olarak oluşturulan sistemler atıl durumda kalmayacaktır. Bunun yanı sıra özellikle planlama, jeoloji, ziraat, ormancılık ağırlıklı çalışmalarda bu teknolojiyi daha yaygın ve etkin olarak kullanılması sonucu, bu bazdaki çalışmaların niteliği yükselebilecektir.
Programdan mezun olacak öğrencilerin nitelikleri açısından programın başarısı, mezunların kamu ve özel kuruluşlarda işe girme ve mezun çalışanların birimlerinde yükselme oranı ile ölçülebilir. Bu programdan mezun olacak öğrenciler “Coğrafi Bilgi Teknolojileri ve Yönetim Sistemleri Meslek Elemanı” ünvanı alacaklardır.
Coğrafi Bilgi Sistemleri Programını başarıyla tamamlayan mezunlar; kamu ve özel sektördeki Haritacılık, Hidrolojik Uygulamalar, Jeolojik Uygulamalar, Ormancılık Uygulamaları, Zirai Uygulamalar, Denizcilik ve Kıyı Yönetimi, Savunma Uygulamaları alanlarında çalışan kurum ve kuruluşların ve özellikle yerel yönetimlerin öncelikle mekansal veri üreten birimlerinde ve bilgi işlem birimlerinde çalışma olanağına sahip olabilirler.


Atom Modellerinin Tarihsel Gelişimi

homson Atom Modeli : (1902) üzümlü kek şeklindeki atom modeli; Thomson atom altı parçacıklar üzerinde çalışmalar yaparken icat ettiği katot tüpü yardımıyla 1887 yılında elektronu keşfinden sonra kendi atom modelini ortaya attı. Thomson'a göre Atom dışı tamamen pozitif yüklü bir küre olup ve negatif yüklü olan elektronlar ise kek içerisindeki gömülü üzümler gibi bu küre içerisine gömülmüş hâldedir. Rutherford Atom Modeli: (1911) güneş sistemine benzeyen atom modeli; Thomson'm modeline pek inanmayan Rutherford ünlü alfa saçılması deneyi ile kimya tarihine nükleer atom kavramım sokarak yeni çığır açmıştır. İnce altın levhayı radyoaktif atomların yayınladıkları alfa ışınlarıyla bombardımana tabii tutan Lord Ernest Rutherford gözlemlerine ve deneylerinin sonuçlarına dayanarak, atomun Thomson tarafından hayâl edilmiş "fon statik topluluk olamayacağına hükmetti. Ve atomun yapısını, topta gezegenlerin Güneş'in etrafında gravitasyon kuvvetinin etkisiyle dolandıkları gibi gibi elektronlum da pozitif yüklü bir çekirdeğin etrafında elektriksel çekim kuvvetinin etkisi alanda dolanmakta olduğu dinamik bir model olarak açıkladı. Bohr Atom Modeli : (1913) kuvantum teorisinin sahneye çıkışı; Rutherford atom modeli üzerinde kafa yoran Danishy;markalı fizikçi Niels Bohr, klasik fizik gereği çekirdeğin etrafında dolanan elektronların ivmeli hareketlerinden dolayı, enerji kaybederek çekirdeğe düşmeleri gerektiğini düşündü. Ama hiç de böyle olmamakta ve atom kararlılığını muhafaza etmektedir. Bohr atomun bu karalılığını; 1. Elektron hareketlerinin ancak belirli yörüngeler (enerji seviyeleri) üzerinde mümkün olmasıyla, 2. Elektronun, bir yörüngeden bir başkasına geçişini ise belirli bir miktarda (bir kuvantum miktarında) bir enerji kazanmasına (ya da kaybetmesine) bağlı olduğuna, ve 3. Bir atomda, elektronların daha da alana düşme*yecekleri bir en alt enerji düzeyinin var olmasıy*la açıklamaktadır. De Broglie'un Atom Modeli: (1923) Broglie'un dalga modeli; Bohr'n atom modeli elektonların yörüngeler arası geçişlerin mümkün kılan “enerji (kuvantum) sıçramaları” açıklamakta yetersiz kalmaktaydı. Bunun çözümü Fransız fizikçisi Prens Victor De Broglie tarafından teklif edildi. De Broglie bilinen bazı tanecik*lerin uygun koşullar altında tıpkı elektromanyetik radyasyonlar gibi, bazen de elektromanyetik radyasyonların uygun şartlarda tıpkı birer tanecik gi*bi davranabileceklerini düşünerek elektronlara bir "sanal dalga”nın eşlik ettiği öne sürerek bir model teklif etti. Bu modele göre farklı elektron yörüngelerini çekirdeğin etrafında kapalı dalga halkaları oluşturmaktaydılar. Born'un Atom Modeli : (1927) olasılık kavramına dayanan atom modeli; Almanya'lı kuramsal bir fizik;çi olan Born Heisenberg'in belirsizlik ilke katlamakla beraber bir takım olasılık ve istatistiki hesapar neticesinde bir elektronun uzaydaki yerini yaklaşık olarak hesap etmenin mümkün olabileceğini öne sürdü. Born Schrödinger'in dalga denklemini olasılık açısından yorumlayarak dalga mekaniği ile ku*vantum teorisi arasında bir bağıntı kurdu. Böylece elektronun uzayın bir noktasında bulunması ihtimalinin hesaplanabileceğini göstermiş oldu ATOM MODELLERİ Bugün bildiğimiz atom bilgisi, teorik ve deneysel konularda yıllardır sürekli yapılan çalışmaların bütünüdür. Çalışmalar sonucunda atomun varlıgıı kesin bilgi hâlini aldıktan sonra, onları daha yakından tanımak, özellikleri ile ilgili araştırma ve incelemeler yapmak için modeller tasarlanmaya başlanmıştır. Model, bir konu ya da olayın anlaşılmasını kolaylaştırmak amacıyla tasarlanır, ancak olayın gerçek niteliğini belirtmez. Atom modelleri; ilim adamları tarafından hayal edilmiş tablolardan iba*rettir. Bunlar atomu doğrudan doğruya gözlemleyerek yapılan tasanlar Değildir. En sade atom modelinde atomlar, içi dolu esnek küre olarak ka*il edilir. Şimdi atom modellerini inceleyelim. 1.1.1. DALTON ATOM MODELİ Sabit oranlar kanunu ve katlı oranlar kanunu olarak gördüğümüz bileşik-i terdeki kütlesel ilişkilere bakarak 1803 yılında John Dalton, maddelerin çok çok küçük yapı taşlarının topluluğu halinde bulunduğu, fikrini ileri sürdü. Dalton atom teorisi olarak ortaya konulan temel özellikler şunlardır; 1. Maddelerin özelliklerini gösteren birim parçacıklar atomlar veya atom gruplarıdır. 2. Aynı cins elementlerin atomları birbirleriyle tamamen aynıdır. 3. Atomlar içi dolu kürelerdir. 4. Farklı cins atomlar farklı kütlelidir. 5. Maddenin en küçük yapıtaşı atomdur. Atomlar parçalanamaz. 6. Atomlar belli sayılarda birleşerek molekülleri oluştururlar. Örneğin, 1 atom X ile l atom Y'den XY, l atom X ile 2 atom Y den XY2 bile*şiği oluşur. Oluşan bileşikler ise standart özellikteki moleküller topluluğudur. Atomla ilgili günümüzdeki bilgiler dikkate alındığında Dalton atom modelin*deki eksikliklere ek olarak üç önemli yanlış hemen fark edilir. 1. Atomlar, içi dolu küreler değildir. Boşluklu yapıdadırlar. 2. Aynı cins elementlerin atomları tam olarak aynı değildir. Kütleleri farklı (İzotop) olanları vardır. 3. Maddelerin en küçük parçasının atom olduğu ve atomların parçala*namaz olduğu doğru değildir. Radyoaktif olaylarda atomlar parçala*narak daha farklı kimyasal özellikte başka atomlara ayrışabilir; pro*ton, nötron, elektron gibi parçacıklar saçabilirler. 1.2. THOMSON ATOM MODELİ Dalton atom modelinde (-) yüklü elektronlardan ve (+) yüklü proton*lardan söz edilmemişti. Yapılan de*neyler yardımıyla, katot ışınlarından elektronun, kanal ışınlarından proto*nun varlığı ortaya konulmuştu. Bu bilgiler ışığında Thomson'un atomla İlgili fikirlerini aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz. 1. Protonlar ve nötronlar yüklü par*çacıklardır. Bunlar yük bakımın*dan eşit, işaretçe zıttırlar. Pro*ton + 1 birim yüke; elektron ise -l birim yüke eşittir. 2. Nötr bir atomda proton sayısı elektron sayısına eşit olduğundan yük*ler toplamı sıfırdır. 3. Atom yarıçapı 10-8 cm olan bir küre şeklindedir. Söz konusu küre içerisinde proton ve elektronlar atomda rast gele yerlerde bulunurlar. Elektronun küre içindeki dağılımı üzümün kek içindeki dağılımına benzer. 4. Elektronların kütlesi ihmal edilebilecek kadar küçüktür. Bu nedenle atomun ağırlığını büyük ölçüde protonlar teşkil eder. Nötron denilen parçacıklardan bahsedilmemesi Thomson Atom teorisi*nin eksiklerinden biridir. Proton ve elektronların atomda rastgele yerlere bulunduğu İddiası ise teorinin hatalı yönüdür. 1.1.3. RUTHERFORD ATOM Atomun yapısının açıklanması hakkında,önemli katkıda bulu*nanlardan birisi de Ernest Rutherford (Örnıst Radırford) olarak bilinir. Rutherford'dan önce Thom*son atom modeli geçerliydi. Bu modele göre, atom küre şeklindedir. Ve küre içerisinde proton ve elektronlar bulunmaktadır. Acaba bu proton ve elektronlar atom içerisinde belirli bir düzene mi, yoksa rastgele bir dağılım içe*risinde mi bulunuyorlar? Bu soru*nun cevabı daha bulunamamıştı. Rutherford bu sorunun cevabı ve Thomson atom modelinin doğruluk derecesini anlamak için yaptığı alfa (a) parçacıkları deneyi sonucunda bir model geliştirmiştir. Polonyum ve radyum bir a-ışını kaynağıdır. Rutherford, bir radyoaktif kaynaktan çıkan a-taneciklerini bir demet hâlinde iğne ucu büyüklüğündeki yarıktan geçirdikten sonra, kalınlığı 10-4 cm kadar olan ve arkasında çinko sülfür (ZnS) sürülmüş bir ekran bulunan altın levha üzerine gönderdi. Altın levhayı geçip ekran üzerine düşen a - parçacıkları ekrana sürülen ZnS üzerinde ışıldama yaparlar. Böylece metal levhayı geçen a - parçacıklarını sayma imkanı elde edilir. Rutherford, yaptığı deneylerde metal levha üzerine gönderilen a- parçacıklarının % 99,99 kadarının ya hiç yollarında sapmadan ya da yollarından çok az saparak metal levhadan geçtiklerini, fakat çok az bir kısmının ise metale çarptıktan sonra büyük bîr açı yaparak geri döndüklerini gördü. Rutherford daha sonra deneyi altın levha ye*rine, kurşun, bakır ve platin metallerle tekrarladığında aynı sonucu gördü. Kinetik enerjisi çok yüksek olan ve çok hızlı olarak bir kaynaktan çıkan a - parçacıklarının geriye dönmesi için; 1.Metal levhada pozitif kısmın olması, 2.Bu pozitif yüklü kısmın kütlesinin (daha doğrusu yoğun*luğunun) çok büyük olması gerekir. Bu düşünceden hareketle Rutherford, yaptığı bu deneyden şu sonuçlan çıkardı. Eğer, a tanecikleri atom içerisindeki bir elektrona çarpsaydı, kinetik enerjileri büyük olduğu için elektronu yerinden sö*kerek yoluna devam edebilirlerdi. Ayrıca, a - taneciği pozitif, elektron negatif olduğundan geriye dönüş söz konusu ol*maması gerekirdi. Bu düşünceyle hareket eden Rutherford,metale çarparak geriye dönen alfa parçacıklarının sayısı metal levhadan geçenlere oranla çok küçük olduğundan; atom İçerisinde pozitif yüklü ve kütlesi büyük olan bu kısmın hacmi, toplam atom hacmine oranla çok çok küçük olması gerektiğini düşünerek, bu pozitif yüklü kısma çekirdek dedi. Rutherford, atomun kütlesinin yaklaşık olarak çekirdeğin kütlesine eşit olduğunu ve elektronlarında çekirdek etrafındaki yörüngelerde döndüğü*nü ileri sürmüştür. Buna göre, Rutherford atomu güneş sistemine benzetmiş oluyordu. Rutherford atom modelini ortaya koyduğunda nötron*ların varlığı daha bilinmiyordu. Günümüzde ise «çekirdeğin proton ve nötronlar içerdiği ve bunların çekirdeğin kütlesini oluşturduklarına inanılmaktadır. Rutherford'un ortaya koyduğu atom modelinin boyutlarını da anlamak önemlidir. Bunu şu şekilde ifade edebiliriz. Eğer, bir atomun çekirdeği bir tenis topu büyüklüğünde olsaydı, bu atom büyük bir stadyum büyüklüğünde olurdu. He atomu 2 proton, 2 nötron ve 2 elektron*dan oluşur. Bir He atomunun 2 elektronu tamamen uzaklaştırılırsa geriye +2 yüklü helyum iyonu (He+2) kalır. Bu iyona alfa (a) parçacığı (alfa ışını) denir. Bir atomu a - taneciği ile incelemek, bir şeftaliyi uzun bir iğne ile incelemeye benzer, iğnenin şeftalinin ortasında sert bir şeye çarptığını tespit ederek şeftali çekirdeğinin varlığını ve büyüklüğünü onu hiç görmeden anlamak mümkündür. Bu arada şeftali ile çekirdeğinin büyüklüğü ve atom ile çekirdeğinin büyüklüğünün aynı oranda olamayacağı unutulmamalıdır. 1.1.4. Bohr Atom Teorisi Buraya kadar anlatılan atom modellerinde, atomun çekirdeğinde, (+) yüklü proton ve yüksüz nötronların bulunduğu, çekirdeğin etrafında dairesel yörüngelerde elektronların dolaştığı ifade edildi. Bu elektronların çekirdek etrafında nasıl bir yörüngede dolaştığı, hız ve momentumlarının ne olduğu ile ilgili bir netice ortaya konmadı. Bohr ise atom teorisinde elektronların hareketini bu noktadan inceledi. 1913 yılında Neils Bohr, hidrojen atomunun spektrum çizgilerini ve Planck'ın kuvantum kuramını kullanarak Bohr kuramını ileri sürdü. Bu bilgiler ışığında Bohr postulatları şöyle özetlenebilir. 1. Bir atomdaki elektronlar çekirdekten belli uzaklıkta ve kararlı hâllerde hareket ederler. Her kararlı hâlin sabit bir enerjisi vardır. 2. Her hangi bir kararlı enerji seviyesinde elektron dairesel bir yörünge*de (orbitalde) hareket eder. Bu yörüngelere enerji düzeyleri veya ka*bukları denir. 3. Elektron kararlı hâllerden birinde bulunurken atom ışık (radyasyon) yayınlamaz. Ancak, yüksek enerji düzeyinden daha düşük enerji dü*zeyine geçtiğinde, seviyeler arasındaki enerji farkına eşit bir ışık kuantı yayınlar. Burada E = h-i) bağıntısı geçerlidir. 4. Elektron hareketinin mümkün olduğu kararlı seviyeler, K, L, M, N, O gibi harflerle veya en düşük enerji düzeyi l olmak üzere, her enerji düzeyi pozitif bir tam sayı ile belirlenir ve genel olarak "n" İle gösterilir, (n: 1,2,3 .....¥) Bugünkü bilgilerimize göre; Bohr kuramının, elektronların dairesel yörüngelerde hareket ettikleri, ifadesi yanlıştır. Bohr atom modeli, hidrojen atomunun davranışını çok iyi açıkladığından ve basit olduğundan önce büyük ilgi gördü. Ancak, bu model çok elektronlu atomların davranışlarını (atomların spektrumlarını, atom çekirdeğinin bir elektronunu yakalayarak başka atom çekirdeğine dönüşünü) açıklayamadığından yaklaşık 12 yıl kadar geçerli kaldı. Daha sonra yerini modern atom teorisine bıraktı. Bohr'a göre, elektronlar çekirdekten belirli uzaklıklarda dairesel yörüngeler izlerler. Çekirdeğe en yakın yörüngede bulunan (n = 1) K tabakası en düşük enerjilidir. Çekirdekten uzaklaştıkça tabakanın yarıçapı ve o kabukta bulunan elektronun enerjisi artar. Elektron çekirdekten sonsuz uzaklıkta iken (n @¥) elektronla çekirdek arasında, çekim kuvveti bulunmaz. Bu durumda elektronun potansiyel enerjisi sıfırdır. Elektron atomdan uzaklaşmış olur. Bu olaya iyonlaşma denir. Elektron çekirdeğe yaklaştıkça çekme kuvveti oluşacağından, elektro*nun bir potansiyel enerjisi olur. Elektron çekirdeğe yaklaştıkça atom kararlı hâle doğru gelir, potansiyel enerjisi azalır. Buna göre, elektronun her enerji düzeyindeki potansiyel enerjisi sıfırdan küçük olur. Yani negatif olur. Bohr hidrojen atomunda çekirdeğe en yakın enerji düzeyinde (K yörüngesi) bulunan elektronun enerjisini -313,6 kkal

20 Ekim 2013 Pazar

REANKARNASYON (REENKARNASYON) NEDİR?

Reankarnasyon, yani başka bir deyişle yeniden dünyaya gelme, gizemci ve ruhsal bir olaydır. Ölen birinin ruhunun başka bir vücutta yeniden hayat bulacağı inancı dünyanın en eski ve yaygın inançlarındandır. Bu inanca göre ruh 2 kere veya birkaç kere doğar ve önceki hayatını hatırlamaz.

Howard Carter ve Lord Carnavon tarafından Mısır firavunu Tutanhamon'un (Tut-Enkh-Amun'un) mezarı ve hazinesi bulundu. Bu keşif hakkında bir çok yazı yazılmış, Carter'in düşünceleri ve anlattıkları defalarca yayınlanmıştır. Bu yazıların içinde en ilginç olanı ise Carter'in anlattığı bir olaydır. Carter mezarın kapağını açtığında faravunun üzerinde bir demet kır çiçeği görüyor. Çiçeklerin doğal renklerini korudukları onu hayretler içinde bırakıyor ve o zaman Carter bin yılın sadece kısa bir an olduğunu düşünüyor.

Carter'e göre vücut, ölümsüz olan ruhun bir giysisidir. Bir vücutta bulunan ruh kendi görevini yerine getirdikten sonra vücut ölür ve ruh başka bir vücuda göç eder. Carter araştırmaları sonucu bir insanın daha önceki hayatında kim olduğunu ortaya çıkarabilecek bir metot bulur. Bu metoda göre doğum tarihini bilen her kes bir önceki hayatta kim olduğunu öğrenebilecektir. Carter cetvellerini olduğu gibi aktarıyoruz.

Öncelikle doğum yılınıza göre anahtar harfinizi bulacaksınız. Daha sonra önceki hayatınızdaki cinsiyetinizi, işinizi, oturduğunuz ülkeyi belirleme şansınız olacak.
DOĞUM YILI CETVELİ


Bu cetvelden anahtar harfinizi bulacaksınız. Örneğin 1938 yılında doğmuş olan birisinin anahtar harfi 'U' dur. Bu harf daha sonraki aşamalarda önceki hayatta kim olduğunuzu belirlemenizde size yardımcı olacaktır.


DOĞUM AYI CETVELİ

- Bu cetvelden doğduğunuz aya göre bir önceki hayatta erkek mi, kadın mı olduğunuzu bulacaksınız. Örneğin; doğum yılı anahtar harfiniz 'U' ise ve doğum ayınız Ocak ise bu sizin önceki hayatta erkek olduğunuz anlamına gelir.
- Ayrıca bu cetveldeki kırmızı ve mavi sembolleri, turuncu harf ve rakamları dikkate almanız gerekiyor. Daha sonraki cetvellerde bu konuda detaylı bilgi alacaksınız.
- Evet böylece artık önceki hayattaki cinsiyetinizi belirlemiş oldunuz.

Satanizm Nedir

Satanizm nedir?

Çağlar boyunca insanlık hiçbir zaman dinleri olduğu gibi kabul etmemiş her zaman yeni bir din arayışı içerisine girenler olmuştur. Farklı dinler her zaman kişinin mensup olduğu dinin kurallarını kabullenememe olgusundan yola çıkmaktır. Satan fransızca kökenli bir kelimedir ve Türkçe anlamı Şeytan'dır. Satanizmse; Şeytanı kutsal bir varlık olarak yücelten, onun yeryüzünün hakimi olduğuna inanan, ona tapmayı emreden, Yehova ile enerjisel anlamda evrendeki iki büyük enerjiden biri olduğuna inanan, Özel olarak Hıristiyanlığa genel olarak da bütün dinlere karşı alternatif din olarak ortaya çıkmış bir topluluk hareketidir diye tanımlayabilirizsatanizm

Satanizm inancının 9 büyük günahı nedir?

1- Aptallık (Stupitiy)
2- Olmadığın gibi gözükmek (Preteniousness)
3- Solipsizm
4- Kendini kandırmak (Self - Decient)
5- Sürüye uymak (Herd Conformity)
6- Perpektif eksikliği (Lack Of Perspektive)
7- Ortodoksları unutmamak ( Forgetfulness)
8- Conterproductive pride
9- Estetik eksikliği ( Lack of Aesthetics)

Satanizm inancıdaki 4 ana yön nedir?

1- Lucifer: Doğu yönünün prensidir. Havanın efendisidir.
2- Belial: Kuzey yönünün prensidir. Karanın efendisidir.
3- Flereous: Güney yönünün prensidir. Ateşin efendisidir.
4- Leviathan: Batı yönünün prensidir. Suların efendisidir.

Satanizmin yaygınlaşmasında etkili olan faktörler nelerdir?

1- Çeşitli Satanist Kurumlar
2- Sinema, Müzik, Medya ve Basım
3- Toplumsal ve Siyasi Durum
4- Jayne Mansfiled Olayı

Satanizm'in yaygınlaşması için kullanılan yöntemler nelerdir?

1- Bilgisayar ve İnternet
2- Kitap, dergi, broşür, kaset, CD
3- Müzikli toplantılar
4- Arkadaş grupları
5- Eğlence partileri

Satanizmin yayılma stratejisi nelerdir?

1- Sempatizanlık: Bu tür işlere ve eylemlere meraklı tipler zaten birer satanist adayıdır. Bunlar belirli bir şahısın etrafında toplanmaya başlarlar.
2- Adaylık: Satanist guruba takılan bir kişi onlarla birlikle hareket etmeye başladıktan sonra bu gurup içinde bulunan ve gurubu gözaltında bulunduran kişi, belirli kıvama gelen kişileri seçmeye ve onlarla ilgilenmeye başlar.
3- Kölelik: Grup içerisindeki lider konumunda bulunan şahıs artık kurbanı etkisi altına almaya başlamıştır.
4- Eğitim: Şahıs yavaş yavaş Satanist olmaya başlamıştır, fakat bu hiçbir zaman karşı tarafa söylenmez, ilgilenen kişi kurbanın fiziki yapısına göre savaşçı, düşünce yapısına göre filozof, her iki özellik bir arada varsa yaylımcı kadroya dahil eder veya büyü ve ayin işlerine meraklı bir kişiliğe sahipse büyücü veya ayinci olarak yetiştirirler.
5- Eğitim Sürecinin Tamamlanması: Vampirlik de denilebilir. Artık şahıslar güneş ışığından sıkılmaya, güneşe çıktığında vücudunun yandığını hissetmeye başlamıştır. Bundan böyle şahıslar kötülük yapma derecesini yükseltmeye başlarlar.

Satanizm'e göre şeytan nedir?

1- Şeytan yasaklayıcılığı değil, affediciliği temsil eder.
2- Şeytan boş hayallerin değil, asıl gerçekliğin temsilcisidir.
3- Şeytan ikiyüzlülüğü, hilekarlığı değil, bilgeliği temsil eder.
4- Şeytan nankörler için boşuna harcanmış sevgiyi değil, hak edenlere gösterilen şefkati temsil eder.
5- Şeytan kötülere karşı öbür yanağı dönmeyi değil, intikamı simgeler.
6- Şeytan bazen insanı, bazen de hayvanı temsil eder. Bazen daha farklı bir yaratık olarak dört ayak üzerinde yürüdüğü farz edilir.
7- Şeytan günah diye nitelendirilen fiziksel, akli ve duygusal zevklere neden olan tüm zevklerin simgesidir.
8- Şeytan kilisenin şimdiye dek sahip olduğu en iyi arkadaşıdır.
9- Şeytan barışçı değil savaşçıdır.
10- Kötülüklere karşı suskun kalmak yerine, intikam almayı öngörür.
11- Günah diye nitelendirilen, fiziksel, akli ve duygusal tüm zevklerin simgesidir.

Satanizm'in 9 büyük bildirisi nedir?

1- Satanizme göre insan kendini sakınmamalı istediğini yapmalıdır.
2- Satanizm ruhsal umutlar yerine var oluşu savunur.
3- Satanizm nankör insanlar için vakit harcamaktansa hak edenlere incelik göstermeyi emer.
4- Satanistler kendilerine vuranlara diğer yanaklarını uzatmaktansa intikam almayı emer.
5- Satanizm vampir olmak için vakit harcamaktansa daha gerçekçi sorumluluklarını yerine getirmek gerektiğini savunur.
6- Satanizm tüm dinlerde günah diye dayatılan şeylerin duygusal ve zekasal zevkten ibaret olduğunu savunur.
7- Şeytan kilisenin en sadık dostudur.
8- Satanizme göre insanlar hayvanlardan bazen iyi ama çoğunlukla kötülük yapan canlılardır.
9- Satanizm 'e göre insan kendini kandırmamalı aklıyla olduğu gibi gözükmelidir.

Satanizm' in ilkeleri nelerdir?

1- Size sorulmadığı sürece fikirlerinizi kimseye söylemeyin.
2- İçinde bulunduğunuz sıkıntıları, mutlaka duymak isteyenler dışında kimseye açmayın.
3- Bir başkasının evinde misafirseniz ev sahibine saygılı olun veya daha işin başında oraya gitmeyin.
4- Sizin kendi evinizdeki misafir sizi rencide eder, canınızı sıkarsa sizde ona karşı zalimce davranın.
5- Karşı cins açıkça davet etmedikçe karşınızdaki insanı taciz etmeyin ve cinsel ilişkiye girmeyin.
6- Problemi çözüp birini derdine çare olmak gibi bir mesuliyetin haricinde siz ile ilgisi olmayan hiçbir işe burnunuzu sokmayın.
7- Kendi emel ve arzularınızı gerçekleştirmede, şayet sihrin gücünü kullanarak başarılı olduysanız mutlak suretle sihrin hakkını verin. Onun gücünü kabul edin.
8- Sizinle alakalı olmayan hiçbir şeyden şikayette bulunmayın.
9- Küçük çocuklara zarar vermeyin.
10- Vahşi hayvanlara zarar vermeyin.
11- Açık yerlerde yürürken kimseye zarar vermeyin. Eğer birisi sizi rahatsız ederse ona, bunu yapmamasını söyleyin, eğer hala buna devam ederse onu ortadan kaldırın.

Kimler daha çok satanist oluyor?

1- Parçalanmış ve problemli aile çocukları.
2- Anne ve babasından gerekli sevgi ve ilgiyi göremeyenler.
3- Ailesinde bulamadığı huzuru başka yerlerde arayanlar.
4- Okulda çevrede iyi arkadaşlar edinemeyen, arkadaşları ve çevresi tarafından dışlanan ve yalnızlığa itilenler.
5- Toplum tarafından gerekli ilgi ve desteği göremeyenler.
6- Kimliğini kişiliğini tam olarak gerçekleştiremeyen ve bu yüzden bunalıma düşenler.
7- Bazı psikolojik rahatsızlıkları bulunanlar.
8- Ergenlik döneminin getirmiş olduğu sıkıntı ve problemleri kolay atlatamayan ve bu dönemlerde bunalıma düşenler.
9- Farklı gruplar içerisinde yer alarak ve diğer insanlardan farklı görünerek kendini ispatlamaya çalışanlar.
10- Haklı veya haksız olarak ailesine, çevresine veya okulda öğretmenine vs. tepkisi bulunan bazı isyankar ruhlu kimseler.
11- Doğuştan sakatlığı bulunan ve bundan dolayı Allah’a karşı isyankar tutum içerisinde bulunanlar.
12- Maddi yönden doyuma ulaşmış fakat manevi yönden aç bırakılan ve bu yüzden tatmin arayışı içerisine girenler.
13- Cinsel yönden zafiyeti bulunanlar.
14- Bazı maceracı tipler.
15- Sadece meraktan bu tür grupların içerisinde yer alanlar.
16- Bunun yanında bazı gençler de, farkında olmadan ve Satanizmin ne olduğunu bilmeden bir şekilde Satanizmin tuzağına düşürülmekte ve arkadaşlarının kurbanı olanlar gelmektedir.

7 Ekim 2013 Pazartesi

Uluslararası Birimler Sistemi - SI Birim Sistemi

    Birimleri gözlemlenebilen doğal olaylara veya fiziksel sabitlere bağlama gereksinimi ve ondalık bir sistem oluşturma çalışmaları düşünsel anlamda kökleri Fransız Devrimi öncesine kadar giden uzun bir serüvendir. Önceleri uzunluk birimi metre için Paristen geçen boylamın kırk milyonda biri standard olarak düşünülmüş, bu amaçla Dünya çevresini ölçmek için yıllar süren, yorucu çalışmalar yapılmıştır. Platinden imal edilen metre ve kilogram standardları, 1799 yılında çıkarılan bir yasayla resmileştirilmiştir. Bu tarihe kadar bir çok bilimsel çalışma yapılmasına ve resmi kararlar alınmasına rağmen Metrik sistemin zorunlu olarak tüm Fransada kullanılması ancak 1 Ocak 1840'a gelindiğide mümkün olmuştur. Fransa hükemetinin 19. yüzyıl ortalarında yaptığı bir dizi tanıtım çalışması ve diplomatik girişimi takiben yapılan bilimsel çalışmaları onaylamak için Metre üzerine diplomatik bir koferans toplanmıştır. Nihayetinde Metre Antlaşması (Metre Convention), 17 ülkeden delegelerin katılımı ile 20 Mayıs 1875'de Paris'te imzalanmıştır.

     Antlaşma sonucu, gerekli değişiklikleri onaylamak üzere Metre Antlaşmasına üye ülkelerin delegelerinden oluşan, Ölçü ve Tartılar Genel Konferansı (CGPM, Conférence Générale des Poids et Mesures) adında uluslararası bir örgüt oluşturulmuş olup bugün örgüte Türkiye dahil 51 ülke üyedir. CGPM halen dört yılda bir toplanmaktadır ve son olarak Ekim 2003 de 22. CGPM toplanmıştır. CGPM'ye bağlı olarak çalışan, Uluslararası Ölçü ve Tartılar Komitesi (CIPM, Comité International des Poids et Mesures) bulunur. Bu komite ve alt komiteler gereken değişikleri CGPM ye teklif eder. Ayrıca bu komiteye bağlı, Paris yakınlarındaki Sévres kasabasında çalışan, metroloji ölçümlerin izlenmesi, birimlerin ilgili ülkelere iletimi, alınan kararların yayınlanması ve benzeri konularda sorumlu, Uluslararası Ölçü ve Tartılar Bürosu (BIPM, Bureau International des Poids et Mesures) adında bir kuruluş vardır. 2005 itibarıyla 70'ten fazla uluslararası çalışanı ve 10 milyon euro kadar bütçesi bulunmaktadır.
Uluslararası birimler sistemi (Système International d'Unités) ismi ve tüm dillerde geçerli olmak üzere SI kısaltması, 11. CGPM konferansında kabul edilmiştir (1960). SI sistemi CGPM tarafından alınan kararlar sonucu zaman içinde oluşmuş olup bilimsel ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak dinamik bir şekilde değişmektedir.
Bu gün için SI; seçilen yedi adet temel birim ve bu birimlerinden türetilen çok sayıda birimden oluşmaktadır. İyi tanımlanmış bu temel birimler birbirinden karşılıklı olarak bağımsız kabul edilen niceliklerin birimleridir.

SI Temel birimler

Sırasıyla metre, kilogram, saniye, ampere, kelvin, mole ve candela' dır. 


SI Türetilen birimler
Bu yedi temel birimin kombinasyonları olarak tanımlanmaktadır. Yani 1'den başka sayısal faktör kullanmaksızın bu temel birimlerin çarpım ve bölümüyle elde edilir.
Örnek; 1 metre/saniye (m/s) = 1 metre (m) / 1 saniye (s)


Ayrıca ondalık bir sistem olduğundan birimlerin ondalık katlarını, astkatlarını temsil eden standart önekler (prefıxes) ve öneklerin sembolleri de tanımlanmıştır. SI sisteminin en pratik özelliklerinden biri ondalık bir sistem oluşudur. Birimin büyüklüğü 10 sayısının pozitif veya negatif tam sayı kuvvetlerini temsil eden çeşitli önekler kullanılılarak değiştirilebilmekte yani, yeni birimler üretilebilmektedir.

Atatürk'ün Ölçme Birimlerinde Yaptığı Yenilikler

Atatürk'ün Ölçme Birimlerinde Yaptığı Yenilik
Atatürk ün liderliğinde Ölçme Birimlerine Getirilen Yenilikler

Atatürk dünya ile ilişkilerimizi düzenli yürütmek için ölçü birimlerinde değişiklikler yaptı.Uzunluk ölçüsü birimi olarak arşın endaze; ağırlık ölçüsü birimi olarak okka dirhem gibi ölçüleri kaldırarak bugün kullanmakta olduğumuz ölçü birimlerini kabul etti.

Takvimde Değişiklik

Osmanlı Devleti Miladi 1840 yılından itibaren ekonomik gerekçeler yüzünden Hicri Takvim’in yanında Rumi Takvimi de kullanmaya başlamıştı. Rumi Takvim Hicri Takvim’in aksine güneş yılı esasına göre düzenlenmiş bir takvimdi. Yani bir rumi yıl hicri yıldan 11 gün daha uzun olupmiladi yıla eşitti. Ancak Rumi Takvim’e İslamî bir hüviyet verebilmek için o günkü hicri tarih olan 1256 Rumi Takvim için de geçerli kabul edilmiştir. Böyle olunca 1256 yılı itibarıyla Rumi ve Miladi takvimler arasında mevcut olan 584 yıllık fark sabit bir rakam olarak kalmıştır.

Diğer taraftan Miladi takvim’de yılbaşı Ocak ayı iken Rumi Takvim’de Mart ayı idi. Yani Miladi Takvim’de birinci ay olan Ocak (Kanunusani). Rumi Takvim’de onbirinci aya karşılık geliyordu. Gün olarak da Rumi Takvim Miladi Takvim’i 13 gün geriden takip ediyordu. 16 Şubat 1332’de 2851 sayılı kanun gereğince Rumi Takvim 13 gün ileri alınarak Miladi Takvim ile olan gün farkı giderilmiştir. 615 sayılı tamim gereğince de 1 Ocak 1918’e tekabül eden 1 Kanunusani 1334 günü Rumi Takvim’de de yılbaşı olarak kabul edilmiştir. Böylece Rumi ve Miladi takvimler arasındaki yılbaşı farklılığı da giderilmiştir

Ancak her iki takvim arasındaki yıl farkı devam etmekte idi. 26 Aralık 1925 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 698 sayılı kanunla Rumi Takvim yürürlükten kaldırılmış olup 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren Miladi Takvim kullanılmaya başlanılmıştır. Bu arada özel durumlar için Hicri Takvim’in de kullanılmasına müsaade edilmiştir. Takvim ile ilgili son değişiklik 10 Ocak 1945 tarihinde gerçekleşmiştir. 4696 sayılı kanun Rumi Takvim’den Miladi Takvim’e intikal eden Teşrinievvel Teşrinisani Kanunu evvel Kanunusani isimlerini Ekim Kasım Aralık Ocak şeklinde değiştirmiştir

Takvim değişikliği modern dünya ile bütünleşmemizi sağlamıştır. Yöresel halk takvimlerinde Rumi Takvim’deki bir kısım bilgiler kullanılmaya devam ediliyorsa da Miladi Takvim sosyal hayata getirdiği kolaylıklar dolayısıyla halkımız tarafından benimsenmiştir. Bu mesele de herhangi bir sıkıntı yaşanmamıştır.

Saatte Değişiklik

Ülkemizde öteden beri güneşin battığı anı 12.00 kabul eden Alaturka Saat sistemi geçerli idi. Güneş her yerde farklı zamanlarda battığı için bu sistem ile saatte ulusal birliği sağlamak mümkün değildi. Ayrıca güneşin batması yükseklik nedeni ile de farklılık gösterebiliyordu. Güneşin tepe noktasında battığı anı esas alan Grubî Saat ve tamamen battığı anı ki bu an akşam ezanı vaktidir- esas alan Ezanî Saat ortaya çıkmıştı. Bu iki saat arasındaki zaman süresine “temkin” denilmekteydi

Zevali Saat ise güneşin en tepe noktada bulunduğu anı (gün ortası) 12.00 olarak kabul eden birsistemdi. Öğleden sonrası için de sayımlar yeniden sıfırdan başlar ve 12.00’ye kadar devam ederdi. Bu sistem ile de saatte ulusal birliği sağlamak mümkün değildi

Saat konusunda karışıklıklara son vermek için 26 Aralık 1925 tarih ve 697 sayılı kanunla Alafranga Saat sistemine geçilmiştir. Bu sistemde gece yarısından başlayarak gün 24 saate bölünmüştür. Türkiye Cumhuriyeti İzmit’ten geçen 30.ncu meridyeni esas alarak ulusal saat sisteminioluşturmuştur

Ancak ülkemizde bir süre yeni saat sistemini uygulamakta güçlük çekildi. Halk Ezani saat kullanma alışkanlığını terk edemiyordu Bunda muvakkithanelerde hâlâ Ezani saatin de bulunması etkili idi. Resmi ve gayri resmi davetlerde zaman tayin edilirken Ezani saatin esas alındığı da oluyordu.Bilgisizliğin bir sonucu olarak halk arasında namaz vakitlerini tespit etmekte Alafranga saatin yetersiz kaldığı kanaati de vardı

Zaman konusundaki karışıklıkların önü alınamayınca valilikler muvakkithanelerdeki ezanî saatleri kaldırmış bütün saatleri Alafranga saat esasına göre ayarlatmışlardı. Bir süre muvakkithane dışındaki Osmanlı Bankası telgrafhane vb.nin saatleri halkı yanıltmaya devam etmişse de nihayetinde bunlar da muvakkithaneyi esas almak durumunda kalmışlardır. Resmi dairelerde de yeni sistem esas alınınca halk ister istemez bu sisteme uymak zorunda kalmıştır

Ancak yine de saat meselesi valilikleri ve belediyeleri bir süre daha meşgul etmeye devam etmiştir. Aradan dört yıl geçmesine rağmen 1929 Aralığı’nda Afyonkarahisar Belediyesi’nin saat ayarlarıiçin öğle vakti top atılması kararını alması da ilginç uygulamalardandı

Sonuç olarak saat meselesinde çekilen sıkıntıların sebeplerini bilgisizlik ilgisizlik önemsememeeski alışkanlıkları terk edememe ve kurumlar arasındaki koordinasyon eksiklikleri şeklinde maddeleştirmek mümkündür.

Ağırlık ve Uzunluk Ölçülerinde Yapılan Değişiklikler

Osmanlı döneminde 60 cm. veya 65.cm uzunluğa eşit olan endaze parmak ucundan omuza kadar uzunluğu ifade eden ve ortalama 758 cm. kabul edilen arşın ile adım ayak kulaç gibi uzunluk ölçüleri kullanılıyordu Bu ölçüler standart ölçüler değildi. Hele adım ayak kulaç gibi ölçülerle sıhhatli bir iş yapmak hiç mümkün değildi. Bunların yerine 26 Mart 1931 tarih ve 1782 sayılı kanunla modern dünyanın kullandığı metre sistemi kabul edilmiştir. Artık uzunluk ölçümü milimetre santimetre desimetre metre dekametre hektometre kilometre ile ifade edilecektir

Ağırlık ölçülerine gelince bu gurubun temel birimi dirhem idi. Dirhem Mısır’da 30889 gramİstanbul’da 3.207 gram idi. 400 dirhem bir okkayı oluşturuyordu. İstanbul için bir okka 1282 gram ağırlığı ifade etmekte idi. Diğer şehirlerde okkada küçük farklılıklar görülebiliyordu. Okka yerine vakiyye ve kıyye tabirleri de kullanılıyordu. 44 okka bir kantarı 4 kantar da bir çekiyi ifade etmekte idi ki bu hesaba göre 1 kantar 56408 1 çeki de 225632 kilograma karşılık geliyordu. Ancak sonradan 195 okka yani 250 kilogram 1 çeki denildi. Bir başka ağırlık ölçüsü olan batman ise aynı zamanda yüzey ölçüsü olarak da kullanılmış farklı ülkelerde farklı zamanlarda farklı standartları ifade etmiştir. Altın ve kıymetli taşların ölçümünde kullanılan temel birim ise de kırattır. Kıratın alt ve üst birimleri ve bunların birbirlerine oranları şu şekildedir. 1 3/7 (Bir tam üç bolü yedi) dirhem bir miskali oluşturur. Miskalin 1/4’üne denk dengin 1/4’üne kırat kıratın 1/4’üne buğdaybuğdayın 1/4’üne fitil fitilin 1/ 2’sine nakir nakirin 1/2’sine kıtmir kıtmirin 1/2’sine zerre denilirdi

1782 sayılı kanun ağırlık ölçülerinde de batı standartlarını hakim kılmıştır. Artık ülke içinde ve dışındaki alış-verişlerde miligramdan tona kadar uzanan modern dünyanın ölçü sistemi esas alınacaktır. Kuyumculukta ise yeni şekli ile 2 desigram ağırlığa tekabül eden kırat da kullanılabilecektir

Hacim ölçüleri ile tartılan hububat cinsi ticari emtiada ise kile şinik tas ölçek vb. ölçü birimleri kullanılmakta idi. Bu ölçümlerin kendi içerisinde bile tutarlılıkları yoktu. İstanbul kilesi ortalama 25 kilo ibrail kilesi 100 kilo idi. Kilenin küsuratına kutu denilirdi. 8 kutu 1 İstanbul kilesini teşkil ederdi. Kilenin 1/4’üne de şinik adı verilirdi43. 26 Mart 1931 tarihli kanunla sıvı maddelerin hacim ölçümlerinde litre sistemi getirilmiştir. Bu sistemde mililitreden kilo litreye kadar uzanan bir dereceleme sistemi mevcuttur. Katı ve gaz maddelerin hacimlerinin ölçülmesinde ise milimetreküpten kilometreküpe kadar uzanan bir sistem getirilmiştir

Osmanlı Devleti’nde tarla bahçe gibi arazilerin yüzey ölçümünde dönüm ve çiftlik tabirleri kullanılmıştır. Bir çiftlik arazi verim durumuna göre 60 ile 150 dönüm arasında değişebiliyordu. Dönüm adım hesabı ile tespit edilirdi. Orta adımlarla eni ve boyu 40 adım olan araziye dönüm denilirdi.Ölçüler kanunu ile yüzey ölçüsü olarak metrekareden kilometrekareye kadar uzanan birsistem getirilmiştir

Ölçülerde değişiklik geç kalınmış bir düzenleme idi. Gelişen dünyada çok önceleri buuygulamaya geçmek gerekiyordu. Nitekim kanun çıkmadan üç yıl önce Bursa belediyesi belediye sınırları dahilinde metre cinsinden ölçülerin kullanılması mecburiyetini getirmişti47. Ölçüler kanunu sayesinde ülke içerisinde ölçülerle birlik sağlandığı gibi dış ticaret de kolaylaşmıştır. Genellikle bu yeni sistem halkımız tarafından kabul görmüştür. Ancak kırsal kesimde hâlâ teneke ile tahıl tartmak bidon ile süt satmak arşın ile kumaş ölçmek gibi uygulamaların devam ettiği görülmektedir. Bunda insanların kültür eksikliği önemsememe ve alışkanlıklarını bırakamamalarının da rolü vardır. Ayrıca kolaycılık ve ekonomik sıkıntılar da bunda önemli bir etkendir. Zira herkes her yerde bu ölçü aletlerini kolayca elde edememektedir. Ücretsiz ve temini kolay ilkel ölçü birimleri tercih edilebilmektedir. Ancak halkın okuma-yazma oranı kültür seviyesi ve ekonomik düzeyi yükseldikçe bu tür uygulamalar azalacaktır.